Amerikan televizyonlarının en üretken zihinlerinden ikisi, David Kohan ve Max Mutchnick, bu kez de yaşlılık ve dostluk temalarını mizahla harmanlayan yeni bir diziyle karşımızda. Mid-Century Modern adını taşıyan bu yapım, 28 Mayıs itibarıyla sadece Disney+’ta izlenebilecek. İzleyiciyi Palm Springs’e taşıyan hikâyede, yaşlılık bir yük değil, bir bağ kurma biçimi olarak karşımıza çıkıyor.
Dizinin merkezinde, uzun yıllardır birbirinden kopmamış üç yakın arkadaş yer alıyor: Bunny, Jerry ve Arthur. Hayatlarının son perdesine girerken yaşadıkları büyük bir kayıpla, birbirlerine daha da sıkı bağlanıyorlar. Bu beklenmedik kayıptan sonra, içlerinden en varlıklı olan kişinin annesiyle yaşadığı Palm Springs’te birlikte yaşamaya karar veriyorlar. Böylece kendiliğinden oluşan bir aile yapısının içine giriyorlar.
Mid-Century Modern yapımcıları arasında Ryan Murphy de var
Bu karar, onları hem fiziksel hem de duygusal açıdan yeni bir sınavın içine sokuyor. Fakat bu sınav, birbirlerine duydukları güven sayesinde daha katlanılır bir hâl alıyor. Her şeye rağmen içlerinden biri, en zor anlarda bile “Boynunu gerdirsen hayatın da rayına oturur,” diyerek havayı yumuşatmayı başarıyor. Mizah, onların hem kaçış noktası hem de bir arada kalma sebebi oluyor.
Bu samimi hikâyeyi anlatan dizi, sadece konusuyla değil, yaratıcı kadrosuyla da dikkat çekiyor. Cheers gibi zamana meydan okuyan dizilerin yönetmeni James Burrows yönetmen koltuğunda oturuyor. Komediyi ritmini bozmadan aktaran Burrows’un varlığı, yapımın temposunu ayarlayan en önemli etkenlerden biri. Tüm bunların yanında, karakterlerin yaşlarına rağmen enerjilerinden ödün vermemeleri, izleyiciyi ekran başına bağlayacak detaylardan.
Oyuncu kadrosu da dizinin mizah dozunu artıran bir diğer güçlü yan. Nathan Lane, Matt Bomer, Nathan Lee Graham ve Linda Lavin başrolleri paylaşıyor. Her biri karakterlerine farklı bir tat katarken, yan rollerde karşımıza çıkan Richard Kind ve Jesse Tyler Ferguson gibi isimler de hikâyeye zenginlik katıyor. Bu çeşitlilik, hem kuşaklar arası geçişi hem de karakterler arasındaki dinamizmi dengeli kılıyor.
Ryan Murphy’nin yapımcılar arasında yer alması ise projeye endüstri içinden gelen bir başka güven işareti. Televizyonun hem görsel hem tematik açıdan yenilikçi projelere imza atan bu ismi, özellikle American Horror Story ve Glee ile tanımıştık. Mid-Century Modern’de ise Murphy’nin tarzı, nostaljiyle modernliği harmanlayan bir üretim diline dönüşüyor. Bu denge, diziyi sadece yaş almış izleyicilere değil, daha genç kitlelere de yakınlaştırıyor.
Her bölümü yaklaşık 30 dakika sürecek olan dizinin ilk sezonu toplam 10 bölümden oluşuyor. Kısa ama yoğun anlatımı sayesinde, hem karakter gelişimini hem de duygusal geçişleri etkili bir biçimde işliyor. Özellikle yaşlılıkla gelen yalnızlık hissi, bu diziyle birlikte farklı bir gözle ele alınıyor. Bu hissin dostlukla nasıl dönüştürülebileceğini ise her bölümde biraz daha derinlemesine gösteriyor.
Mid-Century Modern, klasik sitcom formülünü bozmasa da, içeriğiyle alışıldık çizginin dışına çıkıyor. Sadece güldürmekle kalmıyor, düşündürmeyi de başarıyor. Yaşlanmanın biyolojik değil, sosyal bir süreç olduğuna dair güçlü bir mesaj taşıyor. Bu yönüyle, günümüz komedi dizileri arasında daha nadir rastlanan bir derinliğe sahip.